Yönetici çalışan ilişkilerinde araya konulması gereken mesafe çok zaman sorun olmuştur.
Aynı kurumda personel olarak çalışan birey yönetici olabilmekte, roller beklenmedik şekilde değişmektedir.
Bu değişime ayak uydurmak her iki taraf için de zaman zaman sorun olabilmektedir.
Kişinin; kendi kurumunda yönetici olması bir yana akraba, arkadaş hatta bazen eşine bile yönetici olması söz konusu olmaktadır.
Bireylerin anne, baba, eş, arkadaş ya da akrabayken tamamen farklı bir role bürünmeleri rol çatışmasını beraberinde getirmektedir.
Özellikle köy okullarında palas pandıras, kontrolsüz bir heyecanla müdürün odasına girerek ‘baba/anne, topumu almaya geldim’ telaşına sıklıkla rastlanmaktadır.
Bu, çocuklar için normal görülebilir ve anlayışla da karşılanabilir ancak yetişkinler söz konusu olduğunda durum değişir, değişmelidir.
Ast üst ilişkilerinde iş ya da ev arkadaşlığının, mahalle komşuluğunun, abi kardeş samimiyetinin ötesinde bir seyrin ortaya çıkması beklenir, beklenmelidir.
Şuna genellikle tanık oluruz:
Çalışırken yöneticileri eleştiren birisi yönetici olduğunda çalışanları beğenmeyip, işlerini savsaklamakla, görevlerini suiistimal etmekle itham ederler.
Genellikle de bu konuda acımasız olurlar.
Herkes mi böyle?
Elbette hayır.
Zaten dikkati çeken normal değil anormal olandır.
Normal, akan suyun yatağını bulması gibi ilerler.
Sadece suyun tatlı şırıltısını duyarsınız, sorunsuz çalışan bir saatin tik takları gibi.
Yapılan araştırmalar çalışanların işlerine ve iş yerlerine karşı geliştirdikleri tutumun işten çok yönetenlere göre şekillendiğini göstermektedir.
Peki, yönetenler çalışanların işe ve iş yerine karşı olumlu bir tutum geliştirmesi için nasıl bir yol izlemelidir?
Yönetenle çalışanlar arasında nasıl bir ilişki olmalıdır?
Araya bir mesafe konulmalı mıdır?
Bu mesafenin sınırı ne olmalıdır?
Sorular artabilir.
Doğal olarak cevaplar da.
Yöneticiler ve çalışanlar arasında bir mesafe elbette olmalıdır.
Bu, yöneticinin kontrolü kaybedeceği geveşklikte olmamalı, çalışanların da kendilerini baskı altında hissedeceği boyutlara ulaşmamalıdır.
İletişim asla kopmamalı ancak eşitler arası arkadaşlık ilişkisi seviyesine indirgenmemelidir.
Yönetici ve çalışanın diyaloğuna denk gelen birisinin kimin yöneten kimin çalışan olduğunu ayırt edebileceği seviyede kalmalıdır.
Yönetenler yeri geldiğinde çalışanlarla oturup çay, kahve içmeli, sohbet etmelidir.
Bu rahatlık karşısında da çalışanların zamanı iyi yönetmesi, yeri geldiğinde müsaade isteyip kalkmayı bilmesi gerekmektedir.
Yani ilişkilerde belli bir seviyede kalınmalı, senli benli muhabbetlerin kapısını aralanmamalıdır.
Çalışanların özellikle kalabalık ortamlarda eleştirilmesi, eksikliklerinin yüzlerine vurulması, uyarılması kesinlikle hoş karşılanacak bir durum değildir.
Aynı şekilde yönetenlere karşı yapılacak eleştiriler de kalabalık ortamlarda olmamalı, kişiliğe yönelen ifadeler kullanmaktan kaçınılmalıdır.
Kurum çalışanı olmayıp paydaş olanların yaptığı kurum ziyaretlerinde ast üst ilişkilerinin seviyesi ve kalitesi daha da önem kazanmaktadır.
Zaten izinsiz girilmemesi gereken yöneticiye ait mekâna gelen bir çalışan misafirlere hoş bir karşılama yaptıktan ve konuşan varsa sözü bittikten sonra söylemesi gereken neyse dile getirmeli, yine müsaade isteyerek mekândan ayrılmalıdır.
Ne kadar yakın bir akrabalık ve arkadaşlık ilişkisi olursa olsun yöneticilere, özellikle de misafirlerin olduğu bir ortamda isimleriyle ya da abi, abla gibi ifadelerle değil unvanlarıyla hitap edilmelidir.
Yöneten de aynı şekilde çalışana sadece ismiyle değil cinsiyetine göre bey ya da hanım şeklinde hitap etmelidir.
Bunları okudukça neleri eksik yazdığımı düşündüğünüzü anlıyorum.
Son olarak bizden bir örnek vereyim; bir öğretmen müdürün ya da idarecinin odasına öğretmen odasına girer gibi girmemelidir.
Sınıfına, geleceğin mimarlarıyla buluşma heyecanıyla girmelidir.
Öğrenciler de, onu geleceği inşa eden ‘usta’ edasıyla karşılamalıdır.